TOP

EARTHLING ED: Vegan Gelecek Hayali

Kendinizi vegan olmaya yakın hissediyorsanız, bu yazıda gezegeni kurtarmak için yemek yeme şeklimizi neden değiştirmemiz gerektiğine dair daha fazla gerekçe bulacaksınız. Vegan aktivist Ed Winters (nam-ı diğer Earthling Ed), arkaik değerlerimiz ve hayvanlara neler yaptığımız hakkında eleştirel düşünmeye bizi teşvik ediyor!

“Hayvanlara yaptığımız şeyler, hükümetlerin büyük vergi sübvansiyonları ve kurtarma paketleriyle destekleniyor. İngiltere’de her yıl hayvancılık endüstrisini karlı hale getirmek için milyarlarca dolar veriyoruz! Bu parayı eğitim, sağlık, yeniden ağaçlandırma, yaban hayatını destekleme veya yenilenebilir enerji için harcıyor olabilirdik.”

Neredeyse sınırsız olan dünyayı sömürme kapasitemiz (ve çok sayıda canlı türünü yeryüzünden sildiğimiz gerçeği) göz önüne alınırsa, insanın bu dünyanın başına gelen en kötü şey düşünüyorum. Hala bir şeyleri iyi yönde değiştirme kabiliyetimiz olduğuna inanıyor musun?
Gerçekten iyi soru! Bence insanın tahrip gücünün oldukça yüksek olduğunu anlamamız lazım. Ancak bu durum, boş vermişlikten ve dünyaya hangi şekillerde zarar verdiğimizin tam olarak bize anlatılmamasından kaynaklanıyor. Genel olarak iyilik yapma potansiyelimiz yüksek. İyi insanlar kararlar alırken, kolaycılığı veya konforu seçip gerçek değerlerine aykırı şekilde davranabiliyorlar. İnanılmaz derecede akıllı bir türüz. Aklımızı ve empati kurma yeteneğimizi bir araya getirirsek, bu dünyada gerçekten olumlu ve anlamlı bir değişim yaratabiliriz.

Ve sanırım, henüz bu düzendeki yerimizi tam olarak kavrayamadık. Aşırı hızlı şekilde evrimleştik; tüm bu teknolojiye ve zekâya rağmen, bunları mümkün olan en iyi şekilde kullanmadık. Hala kendimizi koruma güdüsü üzerine kurulu arkaik değerlerimiz var. Henüz bu benlik duygusunun ötesine geçip de nasıl kolektif bir var oluş içinde olduğumuzu göremedik. Sanırım iklim değişikliği gibi pandemi de birbirimize göbekten bağlı olduğumuzu anlamamıza yardımcı olacak. Özü itibariyle iyi olduğumuza ve insanların davranış kalıplarına meydan okuyarak daha iyi bir dünya yaratabileceğimize inanıyorum. Kolay olmayacak ve belki de işe yaramayacak. Ama sonuçta bir şans vermeliyiz! Bu güne dek gezegenden istifade etmemize izin veren zeka ile dünyayı rehabilite edip yeniden yaban hayatını canlandırmamızı ve olabildiğince fazla sayıda can için uyumlu bir dünya kurmamızı sağlayacak zekanın aynı olduğunu düşünüyorum.

VEGANLIĞA İLK ADIM

Sende veganlığın tohumlarını atan ne oldu? Yolunu değiştiren birkaç aydınlanma anı geliyor mu aklına?
Vegan olmadan önce vejetaryen olmak için bana ilham veren ilk şey, BBC’de gördüğüm bir haberdi. Yaklaşık 6.000 tavuk taşıyan bir kamyonun İngiltere’nin kuzeyinde, Manchester’da bir mezbaha yolunda yaptığı kazadan bahsediyordu. Hikayeyi okurken gerçekten dehşete kapıldım, çünkü gazeteci yaklaşık 1.500 tavuğun kazadan öldüğünü, buna rağmen yüzlercesinin hala hayatta olduğunu söylüyordu. Kemikleri, kanatları kırılmış, yolun kenarında kan kaybeder vaziyetteydiler. Makaleyi okurken, tavukların çektiği acıyı hayal ederek dehşete kapıldığımı hatırlıyorum! Kamyonun KFC’ye ait olduğunu hatırlıyorum. Buzdolabımda hala bir önceki gün KFC’den alınmış akşam yemeğimden artanlar duruyordu. Kendi kendime “Vay canına, bu çok riyakarca!” dedim. Bu tavuklar için üzülüyorum, ancak mezbahaya gitmelerinin tek nedeni de onları yemek istemem! Bu yüzden vejeteryanlığa yöneldim.

Yaklaşık sekiz ay sonra, hayvan sömürüsünün türlü yollarından bahseden Earthlings adlı bir belgesel izledim. Et, süt, yumurta, deri ve kürk giysiler, ilaç ve kozmetik testleri, eğlence ve evcil hayvan endüstrisi -yani hayvanlara yaptığımız tüm o korkunç şeylerden bahsediyordu. Belgeseli gördükten sonra, hayvanların acı çekmesini engellemek istiyorsam vejetaryen olmanın yeterli olmayacağını fark ettim. Vegan olmak, sıradaki mantıksal açıdan zorunlu adımdı. O sıralar “Rupert” adlı bir hamster’ım vardı ve belgeselden sonra Rupert ile vakit geçirdiğimi hatırlıyorum. Nasıl da kendine özgü bir kişiliğe sahip olduğunu düşündüm. Onu Rupert yapan, sevdiği ve sevmediği şeyler vardı. Bir hamster’ın böylesi bir kişiliği olabiliyorsa; tüm o domuzlar, inekler ve tavuklar, hatta okyanus hayvanları da bu özelliklere sahiplerdi. Kimsenin Rupert’e zarar vermesi fikrine tahammül edemiyorsam, her bakımdan onun gibi olan diğer hayvanların acı çekmesini nasıl meşrulaştırabilirdim? Bu yüzden veganlığa yöneldim.

50 YIL SONRA GEZEGENİMİZ NEYE BENZEYECEK?

Başlangıçta herkes veganlığın sadece kişisel bir zevk veya seçim meselesi olduğunu düşünüyordu. Onu aynı zamanda politik bir duruş yapan şey nedir?
Hayvanlara yaptığımız şeyler, hükümetlerin büyük vergi sübvansiyonları ve kurtarma paketleriyle destekleniyor. Vergi mükellefi olarak aslında paramızın silahlara, fosil yakıtlara ve hayvancılığa nasıl harcandığını pek fark etmiyoruz. İngiltere’de her yıl hayvancılık endüstrisini karlı hale getirmek için milyarlarca dolar veriyoruz! Bu parayı eğitim, sağlık, yeniden ağaçlandırma, yaban hayatını destekleme veya yenilenebilir enerji için harcıyor olabilirdik. Ama para çok büyük miktarda lobi gücü olan bu endüstrilere gidiyor. Hayvancılık, elbette ilaç endüstrisinden sonra dünyanın en zengin, en güçlü ve politik bağlantıları en fazla olan gruplarından biri. Bu endüstrileri himaye edecek yasalar, kurtarma paketleri ve teşvikler çıkarmaları için politikacılara endüstri tarafından lobi ve ödeme yapıldığını biliyoruz.

Kuşkusuz, hayvanlara yaptıklarımızın dünyadaki herkesi ve tabii ki pandemiyi de etkileyen çevresel bir maliyeti var… Hayvanlara yaptığımız şey zoonotik (hayvandan insana bulaşan) hastalıkların görülme olasılığını artırıyor. Bu sadece Asya’daki hayvan pazarlarıyla ilgili değil. Tavuk ve domuz çiftlikleri, geçmişte insan ve diğer canlı topluluklarında gördüğümüz domuz gribi ve kuş gribi salgınları için elverişli üreme alanları. Önünü almazsak, gelecekte de illa ki karşılaşacağız.

İnsanlar genellikle vegan olmayı, “Hayvanların zarar görmesini istemiyorum, bu yüzden bitki yiyeceğim” şeklinde algılıyor. Elbette etik bir karar, ancak bu sadece etik bir seçim olmaktan daha öte; çünkü paramızın nasıl harcandığını, kaynaklarımızın ve toprağın nasıl kullanıldığını ve nihayetinde gezegenimizin 50 yıl sonra neye benzeyeceğini etkiliyor. Sonuçta tüketici olarak yaptığımız seçimler ve hükümetlerin icraatları bunu belirliyor. Çok büyük mesele, değil mi?

VEGANLIK DAHA FAZLA BİTKİYİ DE YAŞATIYOR

Gıda endüstrisinin sistematik zulmünün olmadığı küçük bir çiftlikte hayvancılık yapmak sence ahlaki olarak sorunlu mu?
Veganlar olarak endüstriyel çiftlikler ve onların pratiklerine odaklanma tuzağına sıkça düşüyoruz; ancak bu sadece doğrudan hayvanlara yaptığımız (kuyruklarını kesmek veya bebeklerini almak) gibi zalimce şeylerle ilgili değil. Gerçekte, birer varlık olarak özerkliklerini veya dokunulmazlıklarını inkar ediyor ve onları böylece sömürüyoruz. Hayvanların açık havada olduğu ve gerçekten harika bir hayat yaşadığı küçük bir çiftlikte bile olsak, o hayatı yine de onlardan alıyoruz. Tavuklar ve domuzların yanı sıra süt buzağıları için hayat esas olarak acı çekmekten ibaret. Onlar için ölüm, haftalar ve aylarca çekilen acıdan sonra, neredeyse bir çeşit merhamet veya kurtuluş gibi geliyor. Hayvanların mutlu yaşamasına izin verip sonra canlarını almak belki daha da kötü. Çiftlikte tek bir hayvan bile olsa, yine de gereksiz yere öldürülüyor. Köpekleri düşünün; onları öldürmeyi asla haklı çıkarmayız. Halbuki domuzlar, inekler ve tavuklar için de aynı şey geçerli! Nihayetinde sorun, onları boyun eğdirebileceğimiz, yaşamları sadece ölü bedenlerinin bize sunduğu şeyler nedeniyle değerli varlıklar olarak görmemizde. Bu bir zihniyet değişimiyle alakalı. Hayvanlar bize hizmet etmek için burada değil. Bu gezegende bizimle birlikte var olan ve yaşam hakları, onları öldürmek için bulabileceğimiz nedenlerden daha fazla olan varlıklar.

Birçok veganın bana kaş çatacağını bilmeme rağmen, felsefi merakımdan sormak zorundayım: Bitkilerin bilinçli olmadığına emin miyiz?
Bitkilerin inanılmaz şeyler yapabildiğinin farkındayız. Işığa, toprakta olanlara tepki verdiklerini, bir çeşit iletişim biçimleri olduğunu biliyoruz. Yani, bildiğimiz şey inanılmaz derecede zeki oldukları. Ancak zeka, duyarlılık ya da bilinç demek değildir. Buna birkaç farklı şekilde bakalım. Biyolojik açıdan bakıldığında, bilinç için gereken özelliklerin hiçbirine sahip değiller. Beyin ya da merkezi bir sinir sistemleri yok. Hayvanlar aleminde acı ve nihayetinde duyarlılık yaratan şey bu.

Ayrıca bitkilerin nasıl tepki verdiğine bakmak da önemli. Siz gelimi, Venüs sinekkapanı ele alalım. Bitkinin sineğin üzerine hızlıca kapanması, verdiği bilinçli bir tepkiden ziyade, basınç uyarıcılarının tetiklenmesinin sonucu. Üzerine herhangi bir şey koyabilirsiniz. Parmak basmanız veya üzerine bir taş parçası koymanız da yine aynı reaksiyona neden olur. Çünkü olan şu: Bu bir reaksiyon, bilinçli bir tepki değil. Bu yüzden bitkilerin reaksiyon verdiğini, ancak bilinçli yanıt vermediğini söylüyoruz. Bence temel fark bu.

Evrimsel bir bakış açısından ise bilinç ve duyarlılık bitkiler için kesinlikle yararlı değil. Acı hissi bitkiler için korkunç olurdu, çünkü kendilerini gerektiği şekilde savunamıyor ve kaçamıyorlar. Hayvanların acı hissetmesinin temel nedeni ise tehlikeden kaçınmak veya savunmak; ancak bitkiler bu yeteneğe sahip değiller.

Diyelim ki bitkiler bilinçli, duyarlı ve acı hissediyor olsunlar. Vegan olarak bitki yerken dahi zarar gören toplam bitki miktarını yine de azaltmış oluyoruz. Hayvansal ürünlerin üretiminde, vegan ürünlere göre çok daha fazla bitki tüketiliyor. Bir ineği düşünün. USDA (ABD Tarım Bakanlığı), 1 kg sığır eti üretmenin 16 kg’a kadar bitkiye mal olduğunu belirtiyor. Peki, sadece bitki tüketiyor olsaydık? Vegan olarak, hayvanların yanı sıra, aslında kullanılan ve öldürülen bitki miktarını da azaltıyoruz. Bu durum ise halihazırda çiftliklere ayrılmış toprakları, yeniden ağaçlandırma ve yaban hayatını canlandırma faaliyetine ayırmamıza, böylece daha fazla bitki ve biyoçeşitlilik yaratmamıza imkan veriyor. Yani vegan olduğumuzda aslında daha fazla bitkiyi yaşatıyoruz.

VEGANLIK NORMALLEŞTİ

Veganlığı yaymaya karar verdiğin günden beri okullarda sayısız konuşma yaptın ve anti-veganlar ile teke tek tartışma videoları yayınladın. Tüm bu tecrübeden sonra, insanları artık 2 dakikada vegan yapabiliyor musun?
Keşke yapabilsem! Sihirli bir güç olmaz mıydı? Yapmaya çalıştığım şey, sadece insanlara tohumlar ekmek ve bazı sorularla onları daha önce düşünmedikleri şekilde düşünmeye teşvik etmek. Birini asla vegan yapamam, ama umarım kendisine meydan okumasını ve kendi gerçek seçimlerini yapmasını sağlayabilirim. Şu an böyle yaşıyoruz, çünkü bunları yapmaya bizi teşvik eden toplumlarda büyüdük. Et yemek, doğduğumuzda karar verdiğimiz bir şey değildi. Toplum, anamız babamız bize bunu gösterdi. Açıkçası neden böyle olduğuna dair birçok tarihsel açıklama yapılabilir, ancak vegan öğretinin insanı güçlü kılan tarafı, tartışmanın her iki tarafına da bakmanızı ve daha sonra da gerçek kişisel kararınızı vermenizi sağlaması.

Sence bugün veganlık, eskisinden daha fazla insanın seçimlerini mi etkiliyor?
Geçtiğimiz on yıl içinde gerçekten büyük bir patlama yaşandığını inkar edemeyiz. Artık kamuya açılan çok fazla bilgi var. Sosyal medya bu konuda gerçekten büyük rol oynadı. Televizyonda ise reklamlar dönüyor, resmi söylemi dinliyoruz ve bu endüstriler çok güçlü. Hükümetlerimize lobi yapabiliyorlar; müfredatları ve okullarda öğretilenleri yönlendirebiliyorlar. İnsanları çok kolay etkileyebiliyorlar. Ancak sosyal medya ile beraber bu değişiyor ve insanlar, hayvanlara neler olduğuna dair daha önceden görmedikleri çekimlere erişebiliyor. Şimdilerde bu mevzu büyük bir tartışma konusu haline geldi ve bu durum araştırmacılara, hayvan yemenin zararlı sonuçlarına ve çevresel etkilerine daha fazla odaklanmaları için cesaret veriyor. Bilginin çoğalması söz konusu; üstelik her geçen gün dahası açığa çıkıyor.

Salgın sırasında bitki bazlı ürünlerin satışı arttı; sanırım insanlar etin içerdiği şeylerden daha fazla endişe duyuyorlar. İnsanların bir kısmının, hayvanlara ve mezbaha işçilerine olanlardan artık midesi bulanıyor. Yirmi yıl önce, vegan olmak muhtemelen çoğu insan için garipti; ancak şimdi o kadar ayrıksı bir şey değil. Çoğumuz bir vegan tanıyoruz, değil mi? Bir süpermarkete gittiğinde artık bitki bazlı seçenekler görebiliyorsun. Bitki bazlı yiyeceklerin reklamlarına YouTube’da, hatta TV’de bile rastlıyorsun. Böylece veganlık daha normal ve erişilebilir hale geliyor.

VEGANLIĞA GEÇİŞ İPUÇLARI

En nihayet vegan olmaya karar verenlere, daha yumuşak geçiş yapabilmeleri için hangi ipuçlarını verirdin?
Harika bir soru! Sadece şunu söyleyeyim: Kendi araştırmanızı yapın, tüm nedenleri gözden geçirip, tam olarak neyi neden yaptığınıza emin olarak bu yaşam şeklini inşa edin. Normalde yediğimiz tüm yiyeceklerin vegan versiyonunu kolayca yapabiliriz. Spagetti Bolonez seviyorsanız, inek etini soya eti veya mercimekle değiştirebilirsiniz. Nutritional yeast (besin mayası) ile gerçek peynirsi lezzete sahip vegan peyniri üretilebiliyor. Eğer dürüm seviyorsanız, eti fasulye, diğer baklagiller, tofu veya yine fermente bir soya ürünü olan tempeh ile değiştirebilirsiniz.

Online veya bulunduğunuz bölgede varlık gösteren vegan grupları ve toplantılarına katılmak da iyi fikir. Birkaç harika site var. Bunlardan biri olan veganuary.com’a kayıt olup veganlığa geçiş için yardım alabilirsiniz. Bir diğeri, challenge22.com. Kaydolduğunuzda, aklınıza gelebilecek tüm soruları yanıtlayan bir akıl hocası size atanıyor. Bitki bazlı diyet için en nitelikli protein ve demir kaynaklarından emin olmak için, platformun diyetisyenlerine danışabilirsiniz. Başka bir faydalı site ise cronometer.com. Yediğiniz her şeyi veri olarak girdiğinizde, size beslenme profilinizi çıkarıyor. Böylece ihtiyacınız olan tüm besin maddelerini aldığınızdan emin olabilirsiniz. Vegan olun ya da olmayın, D vitamini ve B12 takviyeleri aldığınız veya bunlarla takviye edilmiş gıdalar tükettiğiniz sürece rahat olun!

Londra’da kar amacı gütmeyen vegan restoranı Unity Diner’ın kurucularındansın; Unity Diner’ın da kurucularındansın; tüm gelir hayvanlara yardıma gidiyor. Bitki bazlı bir diyet nasıl daha lezzetli hale getirilir? Menünüzden birkaç örnek verebilir misin?
Bitkilerin en güzel tarafı, normalde onları hayvansal gıdaları daha lezzetli hale getirmek için kullanmamız! Balığı ve eti nasıl marine ettiğimizi düşünün; tabii ki otlar ve baharatlarla. Şimdi bitki bazlı alternatifler daha bile lezzetli. İşlemden geçmemiş yiyeceklerin aslında her zaman daha lezzetli olduğunu biliyoruz. Bu arada, bitki bazlı burgerler ve domuz pastırması gibi bazı ürünlerin bitki bazlı versiyonları da üretiliyor. Önceleri bunlar çok da lezzetli değildi; şimdi ise durum değişiyor. Örneğin Beyond Meat, etin bitkisel alternatiflerini leziz hale getirme konusunda harika bir iş çıkarıyor. Unity Diner’da bitki bazlı sosis ve burger üreten Moving Mountains adlı bir şirketten satın almalarımızı yapıyoruz. Burgerleri esasen mantardan yapıyorlar; ayçekirdeğinden yaptıkları sosisler ise inanılmaz! Menüde ayrıca “tofish and chips” diye bir kalem var ki İngiliz klasiği “fish and chips”i (kızarmış balık-patates) yeniden yorumluyor. Balık yerine tofuyla yapılıyor; balık aroması vermek içinse nori adı verilen yosun tabakaları kullanılıyor. Sonra da bira bazlı sulu hamurda panelenip kızartılıyor. Kesinlikle menüdeki favorim!

Kısacası, bitkisel malzemelerle alabildiğine yaratıcı olabilirsiniz. Et alternatifleri üretmek için mantar kullanmak, vegan camiada şu sıra en revaçtaki yöntem. İngiltere’de dolgun bir mantar türünden et mamulleri üreten Wicked Healthy adlı bir şirket dahi var. Her bakımdan daha faydalı olan bu harika alternatifleri yaratmak için zekamızı kullanmak; işte heyecan verici olan bu!

EARTHLING ED’İN ÜTOPYASI

Neredeyse her şeyin vegan alternatifi var gibi görünüyor! Hala bir parça niş (ve pahalı olan) vegan gıda pazarından ürün seçerken nelere dikkat etmeli? Sence yakın gelecekte bu ürünler “lüks” olmaktan çıkacak mı?
Bence bu ürünler, daha düşük kar marjları ile faaliyet gösterdikleri ve daha dar bir tedarik zincirine sahip oldukları için niş ve pahalılar. Bu şirketler büyüdükçe üretim maliyetlerini düşürebilecek. Beyond Meat ile bunu gördük. Şimdi Almanya’da bir tesis açtıkları için Avrupa’daki fiyatları düşecek, çünkü artan talebi karşılamak için arzlarını artırmış oldular. Bu ürünler ucuzlayacak ve biz dilersek her gün yiyebilecek bir noktaya ulaşacağız. Laboratuarda et üretimi başlar başlamaz, bunun bedeli de ucuzlayacak. Tabii ben yine de herkesi, işlenmemiş gıda tüketmeye teşvik etmek isterim. Vegan burgerler ve sosisliler tabii ki hayvansal olana göre daha sağlıklı, ancak yine de işlenmemiş gıdalar kadar değil.

Fikirleriyle sana ilham verenler kimler?

Bence değişimin öncüsü olan herkesin ismi anılmaya değer. Yine de insanları hissetme biçimleri üzerine düşünmeye iten Dr. Melanie Joy’un çalışmalarını beğeniyorum. Bu toplumda hayvanlara bu şekilde davranmaya bizi iten nedir ve bunun ardındaki psikolojik nedenler üzerine daha ciddi şekilde düşünebilir miyiz? How Not to Die kitabında Dr. Michael Grager, bitkisel beslenmeyle Batı dünyasının önde gelen ölümcül hastalıklarını nasıl önleyebileceğimizi anlatıyor. İnsanları kendi sağlıklarının kontrolünü ele almaya teşvik etmesi, bence harika bir şey. Öte yandan, belgesel yapımcıları da zihin açıyor: Cowspiracy: The Sustainability Secret ve What the Health filmlerinin ardındaki Kip (Andersen) ve Keagan (Kuhn); veya Earthlings’e göre daha güncel bilgilerle dolu olan ve Avustralya’da hayvancılığın durumuna bakan Dominion’un yönetmeni Chris Delforce gibi. Tabii bir de vegan gündemini destekleyen Lewis Hamilton, Billie Eilish ve Joaquin Phonix gibi ünlüler var. Bence tüm bu çabalar çok değerli.

Dergimizin bu sayısını “Ütopya”ya adadık. Bu kavramın biraz hor kullanıldığı ve hayalperestlik olarak görüldüğü ortada, ama yine de soracağım: Senin ütopyan nasıl bir yer olurdu?
Hep zor olmuş, değil mi? Ütopya kavramı, yaşadığımız dünya için fazla soyut… Ama nihayetinde benim ütopyam, sanırım davranışlarımızın sorumluluğunu üstleneceğimiz bir yer. Ve tabii ki artık hayvanları sömürmediğimiz, vegan bir dünya. Birbirimize daha iyi davranmayı öğrendiğimiz ve diğer insanları bizden aşağı görmediğimiz bir yer. Temelde, içine doğduğu hayat formuna bakmaksızın her canlıya karşı adil ve töleranslı olacağımız bir dünya. Çevremizi koruyacağımız bir dünya. Az önce, insanların bir şeyleri değiştirme gücüne sahip olup olmadığını konuştuk. Sanırım bu biraz da dünyayla ilişkimize bakışımızı nasıl yeniden şekillendireceğimizle alakalı. Bugüne dek dünyayı, kendi çıkarımıza kullanabileceğimiz bir kaynak gibi gördük sadece. İçinde yaşamak isteyeceğim Ütopya, artık dünyayı bir kaynak olarak değil de evimiz olarak gördüğümüz bir yer. Yani kendi kısa vadeli emellerimiz için mahvetmediğimiz bir yer.

Ed Winters’i takip etmek için: earthlinged.org

Yorum yazın