TOP
Yemek Fotoğrafçısı Derya Turgut Food Photography

Derya Turgut: Işığın Peşinde

Türkiye’de gastronomi adına olup biten heyecan verici ne varsa yakalayan yemek fotoğrafçısı Derya Turgut, fotoğrafa olan sakin ve minimalist yaklaşımını anlatıyor. Tabii İstanbul’da şu anda gitmeniz veya dostlarınızı götürmeniz gereken yerleri de.

“Önden zarif İznik çinilerinde birkaç meze (çerkeztavuğu, midye dolma, lakerda, buzlu badem), yanına da rakı ikram ederdim. Ana yemek olarak, marul ve taze bahar otlarıyla pişirilmis kuzu kapama. Tatlı olarak ise Osmanlı çileği ile muhallebi.”

Görmeyi nasıl öğrendin?
Detayları seçerek, bakarak, görerek. Fotoğraf çekmeye hobi olarak başladım; önce gittim bir Nikon aldım, bir kursa yazıldım. İlk yaptığımız şey Taksim, Beyoğlu, Eminönü ve Balat’ta foto safariye çıkmak oldu. Herkes sadece sokaklarda oynayan çocukları ve yaşlı amcaları çekiyordu. Ve ben fotoğraf çekmeyi bıraktım, çünkü “Bunları çekmek istemiyorum” dedim. Herhangi bir yerdeki fakirliği, acılı üzüntülü ruhu görüntülemek beni ilgilendirmiyordu. Kalıcılaştırmak da istemiyordum. Ben daha estetik tarafı olan şeyleri çekmek istiyordum. İstanbul Culinary Institute’ta gastronomi eğitiminin ardından, işin styling tarafına kaymaya karar verdim ve yemek çekmeye başladım. Sonra yemeği yapan, sunan kişiler ve restoranlar da girdi işin içine. Hep minimal bir tarz aradım. Bir de doğal ışığı tabii. Stüdyo ışığı eğitimi almama rağmen bana stüdyoda, suni ortamda çekim yapmak cazip gelmedi. Hiç keyif almadım. Yemek de en iyi doğal ışıkta kendini gösterdiği için, iki tutku bende birleşti. İnsanları ve mekanları da doğal ışıkta çekmeyi seviyorum. Öyle görmeyi öğrendim. İstanbul’da böyle fotoğraf eğitimi veren bir yer yok bu arada. Yurt dışına gittiğimde asıl gün ışığını kullanmayı öğrendim. Bir mentor ile çalışmamanın dezavantajı var tabii; işleyişi bilememek, her şeyi kendin keşfetmek gibi… Kendi tekniğimi bulmam ve belli bir tarza sıkışmamam açısından iyi oldu. Bir sürü fotoğrafçı dışarı çıkıp gün ışığıyla çekim yapmaya korkuyor. Ben sorarım mesela, güneş ne zaman nereden doğup nereden batıyor… Sabahın altısında veya akşam saat sekizde giderim çekmeye. Bu biraz daha meşakkatli, bir çekimin hazırlığına tüm gününü ayırıyorsun ama aslında o bir saatte çekiyorsun.

SEVDİĞİMİZ SOKAKLAR

Hangi mahallenin “çocuğusun”?
Ben Çiçekçi’de doğdum, Üsküdar’da. Annem babam çalıştığı için, mahallenin bakkalı benden sorumluydu, babamın berberinin eşi bana bakardı. Yedi yıldır ise Nişantaşı, Topağacı’nda oturuyorum. Aynı mahalle havası Topağacı’nda da var ama İstanbul’un ortasındasın. Ondan önce Etiler, Göktürk gibi siteli yerlerde de oturdum ama buranın mahalle dokusunu seviyorum. Eczacı hala 40 yıllık eczacı, yanındaki elektrikçi 30 yıllık, karşısındaki manav da öyle… Hepsiyle sıkıdır ilişkimiz, eczanede anahtarımız durur, biz yokken kedilerimize bakar.

Sokaklardan bir sokak beğenmeni istesem?

Yeniköy’ün sırtlarında bir kiliseye doğru çıkan taşlı bir yol vardır, ismini hatırlayamadım. Orası karda inanılmaz güzel olur. Bu ara Meşrutiyet Caddesi’ni çok seviyorum, burada yeni bir fotoğraf stüdyom var. Cadde boyunca hep çok güzel, karakterli binalar sıralanıyor. Şu an hepsinin altında küçük küçük dükkanların olması hoşuma gidiyor. Şurada şarapçı Comedus, yanındaki butik otel Adahan, onun yanında çanta tasarımcısı Misela… Sonra mezeleriyle beğendiğim Aheste, onun karşısında İskandinav sokak modası satan Vitruta, az ileride ise Miss Pizza. Metrosu dibinde. Öte yanda Soho House ve Pera Palace. Modern ile eskinin çok iyi harmanlandığı bir cadde ama İstiklal’in o karmaşasından da uzak.

İSTANBUL MUTFAĞI

İstanbul’u anlatan bir sofraya neler koyardın?
Bu sofrayı bahar ayında kuruyor olsaydım, beyaz keten örtülü bir masada mor çiçek açmış enginarları dekor olarak kullanırdım. Önden zarif İznik çinilerinde birkaç meze (çerkeztavuğu, midye dolma, lakerda, buzlu badem), yanına da rakı ikram ederdim. Ana yemek olarak, marul ve taze bahar otlarıyla pişirilmis kuzu kapama. Tatlı olarak ise Osmanlı çileği ile muhallebi.

Şehrin mutfağını tattırmak istediğin dostlarını nerelere götürürdün?
Kebap demeye gıcık oluyorum ama ilk götüreceğim yer Zübeyir Ocakbaşı olurdu. Tam klasik ocakbaşı kültürünü görmeleri için. Türk yemeklerinin daha fine dining, inceltilmiş halini tatmaları içinse Yeni Lokanta. Antakya mantısı, barbunya püresi üzerinde ev sucuğu, vişneli kısır yedirirdim. Lahmacun için Tatbak’a götürürdüm. Beyaz masa örtülü lokantada geleneksel tencere yemekleri, mesela bir karnıyarık, hünkarbeğendi yemeleri için de Hünkar’a götürebilirdim. Hiçbir zaman değişmeyen, istikrarlı bir lezzet var orada. Daha farklı bir şey için Kadıköy’deki Basta’ya götürürüm. Orada kokoreç, dürüm gibi sokak lezzetlerinin üstüne, üstü fındıklı fırında sütlaçlarını ısmarlardım.

Şu sıralar takdir ettiğin genç şef hangisi?
Pınar Taşdemir’in Yeniköy’de yatırımcısız, tek başına açtığı Araka’yı beğeniyorum. Bir kadın şef olarak açtı. Ara sokakta çok güzel bir restoran. Orada mevsim sebzeleri ve etleriyle çok sınırlı ama yaratıcı bir menü sunuyor.

Derya Turgut’un işlerini takip etmek için: www.deryaturgut.com

yorum (1)

  • Saliha Genç

    Çok güzeldi. Zevkle okudum.Takipteyim.

    yanıtla

Yorum yazın