TOP
Alp İşmen Kağıt İşleri 7

Alp İşmen: Sevginin 3 Tonu

Yıllarını dergicilik sektöründe grafik tasarıma veren Alp İşmen, içindeki madeni en umulmadık zamanda çıkardı ve kağıt üzerine fırça ile çalıştığı desen serilerini Contemporary Istanbul ile Pilevneli Project kapsamında sergiledi. Sevginin farklı halleri, erkek bedeni ve sanat tarihindeki ustalardan ilham alan İşmen, tam bir Boğaz çocuğu olarak kendi İstanbul’unu anlatıyor.

“Meditatif bir çalışma süreciydi, belki 40 küsur defter doldurdum. Derken bir gün, kağıt üzerine kalem inceliğinde fırça ve mürekkep ile bir şeyler denemeye başlayınca bambaşka bir tat yakaladım.”

Sanat üretmek, full time bir işle beraber yürür mü?
Yürütenler var. Sanatı tamamen ilhama bağlayanlar olduğu gibi, çalışmaya dayandığını söyleyenler de var. Ama ortası da var. Bir şair, “İlk dize ilhamla gelir, gerisi çalışmadır,” demiş.

Senin içindeki kaynağı açığa çıkarman nasıl oldu?

Dergicilik yaparken işten çıkma saatleri pek belli olmadığı ve bütün yaratıcılığını oraya aktardığın için sana pek bir şey kalmıyor. Espri yapıyorum arkadaşlara, “30 yıl eskiz yaptım, işi bıraktığımdan beri resim yapıyorum,” diye. Bir şeyler yapıyorsun ama “yapıt” değil. Bir de kendin için yapıp sakladığında ve seyirciyle buluşmadığında, esere dönüşmüyor gibi. Takdir, onay görme ihtiyacı var sanatçının.

Biraz seçtiğin sanat yolundan bahsedelim mi?
Önceleri atölyemde yalnız kaldığımda, kendimi kendime ispatlamak için oturdum, bir dizi büyük yağlıboya tablo çalıştım. Çünkü resim benim için buydu. Fakat yağlıboya konsantrasyon istiyor. O sırada evde hastalıklar baş gösterince atölyeme kapanamaz oldum ve çocukluğumdan beri vakit buldukça yaptığım kağıt işlerine geri döndüm. Mürekkep olsun, kağıdı iğneyle delmek olsun, karakalem, boya olsun… Defterler edindim. Kendimi tamamen akışa bırakarak karalamaya başladım. Çocuksu çizgilerden çok daha girift çizimlere gittim. Meditatif bir çalışma süreciydi, belki 40 küsur defter doldurdum. Derken bir gün, kağıt üzerine kalem inceliğinde fırça ve mürekkep ile bir şeyler denemeye başlayınca bambaşka bir tat yakaladım.

GÜN IŞIĞINA ÇIKAN KAĞIT İŞLERİ

İlk kez ne zaman gün ışığına çıkardın onları?
Contemporary Istanbul 2017’de ilk kez insan anatomisini yorumladığım çizimlerim sergilendi. Yanında bir tane de yağlıboya vardı. Arkadaşım, eşim, onun deyimiyle “kalbimin yarısı” Taner Ceylan’ın portresiydi. O hemen satıldı. Bu anatomik desen serisine “Agape” adını verdim, Yunanca Tanrısal sevgi demek. Hem insan bedeni ilgimi çekiyordu, hem de evdeki hastalık olaylarından dolayı içgüdüsel olarak insan bedenine yönelmiştim. Onları bitirince “Eros” serisine geçtim.

Hımm, daha heyecanlı…
İnsanlar Eros’tan direkt cinsel aşkı anlıyor ama Eros esas olarak tutkulu aşkı simgeler ve onu da herhangi bir şeye karşı duyabilirsin. Bu seride sadece çiçekler yaptım; onları tekrar yarattım, bozdum, aralara minik canlılar kattım. Çiçekler bitkilerin üreme organları olduğu için Eros ile örtüştü zihnimde. Çiçeklere yönelmem, belki de içimde büyüyen karanlığı yeşertme arzusuydu. Bu seriden 21 parça, Pilevneli Mecidiyeköy’de sergilendi.

İşlerinde çok fazla iskelet görüyoruz; kurukafayla derdin nedir?
Bana güzel geliyor. Biz güzeliz çünkü. Sırf insan değil, hayvan kurukafaları ve iskeletleri de sıkça kullandım. Şu işleyen mükemmel organizmayı ayakta tutan kemikler ve ona hareket katan beynin korunduğu kafatası o kadar güzel ki… Sanat tarihi boyunca da bir sürü anlam yüklenmiş. Çünkü gizemli, ürkütücü.

Şimdi sırada ne var?
İlk iki serinin ardından, üçüncü sevgi çeşidi olan “Philia”ya geçecektim; yani dostluk, arkadaşlık. Belki de sevgilerin en önemlisi, en kalıcısı. Sevgilin seni terk eder ama dostun asla! Bu seride sanat tarihindeki ressamların işlerini tekrar yorumlamak istiyordum. Geçmişteki uzak dostlarım onlar; aslında anam babam gibiler. Mikelanj, Leonardo, Pontormo… Benim gibi insan bedenini dert edinmiş, form olarak özellikle erkek bedenini ortaya çıkaran isimler. Cinsiyetçilik değil; sadece erkek vücudunu beğendiğim için. O eserleri tekrar yorumlamayı, kendimce bozmayı, iç içe geçirmeyi planlıyordum. Bir iki denemem oldu ama araya hayat girdi. Dört sene boyunca ince fırçalarla çalışınca insan yoruluyor. Bir bakıyorsun atölyeden çıkmamışsın, aylar geçmiş ve deniz görmemişsin. İstanbul’u unutmuşsun!

Üretim esnasında sanat tarihinden beslenmemiz gerektiğine inanıyorum. “Bu sadece bana ait, ben buldum, ben yaptım” diye bir şey yok. Sanat tarihinde kenarından köşesinden var olmak istiyorsan, ayakların yere sağlam basmalı. Nasıl Umberto Eco’nun muhteşem bir kütüphanesi vardı. Binlerce kitabın hepsini alıp okumuyordu elbette ama bir filozof ve tarihçi olarak onlardan besleniyordu. Biz de sanatçı olarak geçmişteki üstatlarımızdan besleneceğiz. Onları öldürmek adına bile olsa…

“Bebek o zaman Bebek’ti. İstanbul denilince akla Boğaz gelir ve ben Boğaz çocuğuydum. Bebek Parkı’ndan kumlara, çakıllara basa basa denize girerdik. Babamın arabasıyla ailecek Sarıyer’e gittiğimizde, denizde dalyanların üzerinde oturmuş ağlarını bekleyen balıkçıları görürdüm.”

BOĞAZ’IN NEŞELİ GÜNLERİ

Hangi mahallenin çocuğusun?
Taksim’de, Sıraselviler’de doğdum. İlkokula Fındıklı’da başladım. Sonra Bebek’e taşındık ve 14 yaşına kadar orada büyüdüm. 60’lar 70’ler. Bebek o zaman Bebek’ti. İstanbul denilince akla Boğaz gelir ve ben Boğaz çocuğuydum. Bebek Parkı’ndan kumlara, çakıllara basa basa denize girerdik. Babamın arabasıyla ailecek Sarıyer’e gittiğimizde, denizde dalyanların üzerinde oturmuş ağlarını bekleyen balıkçıları görürdüm. Akşamları Bebek’te Mini Dondurma’dan dondurmamızı alıp, Aşiyan’a doğru mehtabın doğuşunu seyretmeye çıkardık. Güzel günlerdi!

Şehirdeki kahramanın kim?
Gençliğimde sokakta Cemil Başo’ya çok rastlardım. Ressam. Nişantaşı’nda bir okulun duvar dibinde oturur, resimlerini satardı. Hatta annem iki tane resmini almıştı, hala asılıdır duvarda. Kaldırımlarda kitap satanları da çok takdir ederim. Vaktiyle Beyazıt Meydanı’na sahaflara çok giderdim, ama oradaki kafeler ve kokoreççi kaldırıldıktan sonra eski tadı kalmadı. Sahaflarda ise artık okul kitaplarından başka bir şey bulamıyorsun.

İstanbul’u “sanat damarından” gezmek isteyenlere nereleri önerirsin?
Dünyada sanat piyasası çok şaşaalı ama zaman zaman da çok sıkıcı, hatta tembel. New York’a gittiğimde bile böyle. İstanbul’da ise çok yetenekli sanatçılar var. Sanat piyasası 2000’ler sonrası çok parlak bir dönem geçirdi, fakat bu esnada bir de balon oluştu. Şişti şişti ve patladı! Çok sayıda galeri açıldı, ama sonunda iş satamaz oldular ve kapandılar. Yurt dışından atölye gezmeye gelen meraklılar azaldı. Yine de burada hala yaratıcılık var, çünkü üzerinde baskı hisseden, ondan kurtulmak için çareler arar. Bu da üretimine yansır. Ayrıca bizim kültürümüz, espri anlayışımız çok daha pratik, çok daha katmanlı. İstanbul’a gelen sanat meraklısı biraz da bunu aramalı.

Seni arasak nerede buluruz?
Nişantaşı’nda, Mim Kemal Öke Caddesi’ndeki Juno’da veya Ahmet Fetgari Sokak’taki Vi Coffee’de.

Alp İşmen, 31 Mart 2020’ye kadar her salı ve cumartesi, “Açık Atölye Sanatçı Programı” kapsamında Daire Sanat‘ta. Sanatçının yaratım sürecine tanık olmak isteyenler için kaçmaz! Alp İşmen’in işlerini Instagram’da takip etmek için: alpismen_photo

yorum (1)

  • Canan Tolon

    Çok çok müthiş! Görmek istiyorum kaç zamandır!!!

    yanıtla

Yorum yazın